Toplumsal cinsiyet
kimliği denen olgu kültürel ve de toplumsal bir üretim, bir süreç,
hatta bir sistem olduğunun göz ardı edilmemesi gerektiğini ve her fırsatta tekrar edilmesini, hatta yeri geldikçe altının çizilmesi gerektiğini düşünüyorum. Bu olguların süreklilik kazanması ve de
doğal birer nosyonlar gibi algılanmasındaki etken, beden denen mefhumun üzerine kodlanma süreci
içerisinde vukuğu buluyor diyebiliriz. Yani bir bedeni maskülen ya da feminen
yapan kategori, aslında bedenin bu sistem içerisinde tiyatral bir olgu haline getirilmesinden
dolayı vukuğu buluyor. Toplumsal/cinsiyet kimlikleri, daha önceki bölümlerde de
bahsettiğim üzere, herhangi bir öz, esas ya da kişinin gerçekliğinden ziyade,
Butler'ın da vurgululadığı gibi “iktidar/bilgi ilişkilerinin ürünleri olan
fiktif birer üretim kategorileri” olarak algılanıyor.(2008.s.6) Bu
kategorilerin fiktif olmaklığı kendilerini üreten iktidar ve bilgi sistemleri
içerisinde vukuğu bulmalarından kaynaklanıyor. Yani, daha öncede vurguladığım
gibi, herhangi bir iktidar, söylem, kültür ve toplum öncesi kategoriler
olmalarından ziyade, tarihin belirli zaman dilimlerinde, bir takım üretim
mekanizmaları ekseninde ortaya konulan birer hususlar olarak algılanıyorlar.
Tekrar fiktif olmaları hususuna dönersek, buradaki “fiktif” kavramı, tam da bu
hallerin, kategorilerin birer performatif edim olmarından kaynaklanıyor. Performativite
denen unsur ise, bedenin imlemeleri üzerinden vukuğu buluyor. Yani, belirli
kodların beden üzerindeki bir takım oluşturucu, kurgulayıcı üretiminden kaynaklanıyor
denilebilir.
Butler'ın da dediği
gibi,
“edimler, bedensel
hareketler ve arzu bir iç nüve veya töz etkisi üretir, ama bunu bedenin yüzeyinde,
kimliğin düzenleyici ilkesine işaret etse de onu asla açıktan göstermeyen
imleyici yoklukların vasıtasıyla üretir.” s.224
yani tam da bu noktada, bu kimliklerin birer öz gibi
algılanması, bedenin üzerine imlenen edimler sayesinde oluyor. Bununla
birlikte, bu üretim- yani bedenin üzerine imleme edimi-Butler'ın vurguladığı
gibi kendi hareketini gizliyor. Bu gizleme süreci ile, bu kimliklerin birer iç
yapısı olduğunu, ve de bu iç yapıda, bir özden kaynakladığı yanılsamasını
veriyor. Butler, bu yanılsamanın performatif bir edim olduğunu söylüyor, ve
devam ediyor:
Bu tür edim, bedensel
hareket ve icralar genellikle performatiftirler, yani dışa vuruyormuş gibi yaptıkları öz veya kimlik aslında
bedensel işaretler ve diğer söylemsel yollarla üretilen ve sürdürülen
üretimlerdir. Toplumsal cinsiyetli bedenin performatif olması demek, gerçekliğini
teşkil eden çeşitli edimlerden ayrı bir ontolojik statüsü olmaması demektir. s.224
yani aslında toplumsal/cinsiyet kimliği denen mefhum, Butler'ın vurguladığı gibi, belirli
işaretler, haller ve de edimler olarak karşımıza çıkıyor. Başka bir deyişle,
ayrı bir ontolojik statüsü olmaması demek, bu cinsiyet hallerinin herhangi bir
biyolojik bedenden kaynaklanmıyor olması demek oluyor. Bir açıdan, bu
performatif olma hali tam da söz konusu cinsiyetlendirilmiş kategorileri,
bedenlerin üzerindeki imlemeler ve çeşitli söylemlerle üretiyor. Konuyu biraz daha aydınlatma amacıyla,
Butler'ın da performativite konusunu açıklarken kullandığı drag olgusuna dikkat
çekmek gerekiyor. Butler, toplumsal cinsiyet unsurunun performatif olmaklığını,
drag üzerinden açıklamaktadır. “Drag”ın kadınlık ve de erkeklik hallerini
tiyatral bir performans içerisinde sunuyor oluşu, bu kategorilerin aslında,
erkek bedenine ya da kadın bedenine ait birer olgular olmadığını, ancak bu
kategorilerin farklı bedenlerde, imlenebildiklerine dikkat çeker. Yani toplumsal
cinsiyet ve cinsiyet denen olguların, kültürel kurulmuşlukları içerisinde bu
hallerin her hangi bir öz, ya da ana kaynağından ziyade, bedenlerin üzerindeki
çeşitli imlemeri üzerinden algılamaya çalışır. Başka bir deyişle, feminenlik
sadece erkek bedenine has bir durum değildir, ya da maskülenlik, biyolojik
olarak cinsiyetlendirilmiş olan eril bedene özgü bir olgu değildir. Bu olgular,
tam da kültür içerisinde dolaşıma sokulmuş birer kodlar olarak, eril ya da
dişil olarak çağrılan bedenleri ya da cinsiyetlendirilmiş bedenleri, çeşitli
söylemler ve de edimlerle şekillendiriyorlar.
Butler'a göre “Drag, toplumsal cinsiyeti taklit ederek,
toplumsal cinsiyetin taklide dayalı yapısını ve olumsallığını örtük olarak
açığa çıkarır.”(2008:226) Yani, kültür içerisinde dolaşımda olan ya da toplumun
bireyleri tarafından bir şekilde kanıksanmış erkeklik ve kadınlık hallerini,
bedeninde parodik bir şekilde performe eder. Bu noktada, toplumsal cinsiyet
hallerinin, kimliklerinin kendisinin aslında taklide dayalı bir fiktif kurgu
olduğu varsayımına çıkarır bizi. Buradaki varsayım, toplumsal cinsiyet denen
mefhumun taklide dayalı olmasından kaynaklanıyor. Maskülenlik ve feminenlik
halleri figür olarak, taklide dayalı edimler vasıtasıyla imleniyor. Peki bu
taklide dayalı edimler nasıl performatif bir hal alıyorlar? Butler
performativite teorisinde, toplumsal/cinsiyet kimliği denen mefhumun
performatif olma hususunu, tekrar sayesinde kazanıldığını vurguluyor. Yani, bu
edimler, performanslar bir süreç içerisinde, daha doğrusu tekrar eden bir süreç içerisinde performatif
bir hal alıyorlar. Kimliğin bir özü varmışcasına, bu bedensel haller, sürekli bir taklit içerisinde vukuğu buluyor.
Bunun en önemli nedeni, bu söz konusu
kimlik kategorilerinin kaygan bir zeminde olması, yani kimliğin aslında
(toplumsal/cinsiyet kimliklerinin) sabit ve kalıcı olmamasından kaynaklanıyor.
Butler'ın da vurguladığı gibi, “söz konusu tekrar, hali hazırda toplumsal
olarak tesis edilmiş bir dizi anlamın aynı anda hem yeniden icrası bedenler
tarafından taklit ve de tekrar yolları ile yeniden ve yeniden üretilmesi, icra
ediliyor olması.
Ancak, bu kodların icra
edilmesinde, herhangi bir iç nüve ya da bir öz gibi hususlar değil, ondan
ziyade bu eylem tam da kültürel olarak belirlenmiş bir kamusal eylem olarak karşımıza
çıkıyor. Bu noktada, aslında bir
süreklilik içerisinde olan zorunlu tekrar, toplumsal cinsiyet denen kimliğin
kendisini değişmez bir kategori olarak sunuyor. Tekarar tortuya neden oluyor,
Butler'ın dediği gibi, toplumsal cinsiyet normlarının torulaşması sonucu, “doğal
cinsiyet” ya da “gerçek kadın”(s.229) gibi önermeler ortaya çıkar. Oysa
herhangi bir iç nüveye sahip olmayan bu kimlikler, bu tekrarlar sayesinde
tortulaşan, yani maddeleşen bedenler üzerinden gerçek erkek, gerçek kadın ya da
doğal cinsiyet gibi bir takım söylemler içerisine giriyorlar.
Ancak bu
kodların performatif olmaklığı, öznenin bilinçli bir şekilde edim olarak
performe ettiği anlamına gelmiyor. Aslında tortulaşmış toplumsal/cinsiyet
mefhumu bu öznelerin kendilerini yaratıyor. Başka bir deyişle, biyolojik olarak
cinsiyetlendirilmiş bedenler, erillik ya da kadınlık olarak kodlanan bir dizi
eylemlere, mimiklere, hareketlere yöneliyor. Bu yönelme, bedenlerin bu kodlar
etrafında, içinde ya da ekseninde maddeleştirilmesini, yani somut
cinsiyetlendirilmiş bedenler halini almasını sağlıyor. Başka bir deyişle, tam
da Sullivian'ın vurduladığı gibi,
“ performativite öznelerin yaptığı bir şey değildir, ancak öznenin
içinde kurulduğu bir
süreçtir, ve de söz konusu toplumsal cinsiyet gönüllü olunarak üzerine
giyilen ya da
çıkarılan bir edim de değildir.”
(2003,s.91)
Yani, cinsiyetlendirilmiş
özneyi oluşturan husus bir noktada edimlerin zaman içindeki stilize tekrarı
oluyor.(Butler,2008) Bu stilize tekrar, bir süre sonra, birbirleri ile ilinti
bir dizi edim içerisinde performatif bir hal alıyor. Böylelikle, erillik,
kültürel olarak erkekliğe aftedilmiş olan edimlere, futbol oynamak, dövüşmek,
hatta bazen yere tükürmek, katı olmak gibi bir dizi tekarar eden beden
stillerine dayanıyor, ya da
heteroseksüelite belirli icralarla bir cinsel kimlik olarak
cisimleştiriliyor. Tam da bu tekrar eden ardışık, birbiri ile ilintili edimler,
toplumsal cinsiyet kimliği denen kategorinin kendisini oluşturuyor, zira,
stabil, sabit olmayan, herhangi bir iç nüveye sahip olmayan bu kategoriler, bu
edimler etrafında bir esas ve öz varmış ilizyonunu yaratıyor. Reseer, “erkekliği hergün performe eden
şahıs, bizi ve kendini sürekli olarak erilliğin doğal ve gerekli olduğuna ikna
etmeye çalıştığını” söylüyor. ( 2010,s.83) Bu performatif yapı, kimliklerin
devamlılığını sağlıyor. Bir zaman sonra, bu tekrar bir ritüele dönüşüyor ve de
failleri, bu edimlerin performatifliğinin farkına varamıyor. Sullivian'ın da
dediği gibi, toplumsal cinsiyet denen mefhum özneler tarafından yapılan bilinçli
bir tekrar, bir performativiteye dayanmıyor.
Kısacası herhangi bir öz aramaktansa, bu
kodların, bu hallerin geçişken, akışkan yapılarının nasıl da herhangi bir beden
üzerinde de imlenebileceğini varsayabiliriz. Dolayısıyla bu kodların kendisi
katı bir toplumsal cinsiyet yaratırken, aynı noktada söz konusu kodlar, bahsi
geçen toplumsal/cinsiyet kategorilerini de alaşağı edebilirler. Tıpkı drag
performansında olduğu gibi. Söz konusu performansın parodik yapısı bize, performansın
kendisini üreten bir takım edimlerin dışında, herhangi bir ontolojisinin
bulunmadığını gösteriyor.
Tam da Butler'ın da vurguladığı gibi,
“toplumsal cinsiyet nitelikleri ve edimleri, bir bedenin kültürel
imlemini gösterme
veya üretme biçimleri performatifse,
bir edimin veya niteliğin ölçüsü olabilecek, önceden
var olan bir kimlik yok demektir.”
A.e., s.230
Bütün bu performatif haller sadece bedenlerin
envai çeşit ten stilerini oluşturmaktadır.