Gilbert
Hedert, Guardians
of the Flutes çalışmasında,
Papua Yeni Gine'deki
bir
kabilede
uygulanan bir ritüelden bahsetmektedir. Bu ritüelde erkekliğe adım
atacak olan
çocuklar,
kabiledeki en yaşlı olan kişinin penisi yalar, başka bir deyişle
oral seks yapar.
Buradaki
amaç meniyi yutmak ve de bedeni kadınlığın izlerinden
arındırmaktır. Zira anne
sütü
ile beslenen erkek çocuğun, kadınlığın izlerini, sıvılarını
taşıdığı inanılır.
Dolayısyla,erkekliğe
adım atacak çocuğun deyim yerindeyse ağzına boşalma eylemi,
bedeni
erkekliğin
sıvısı ile yeniden doldurmaktır. Böylece beden kadınlığın
kötü, kirli sıvılarından
arındırılacaktır.
Başka bir kabilede yapılan rituel ise, bedenin üzerinde kesikler
oluşturacak
şekildedir.
Bu şekilde akan kan ile, erkek çocuk kirli kandan, kirli sıvılardan
arınacaktır.(Hedert:1981)
Buradaki kir, anne sütü ile beslenen çocuğun taşıdığı
kadınsal
sıvı
olarak algılanıyor.
Kristeva‟ya
göre abject
kavramı ben’in,
yani öznenin tam tersini, bana
benzemeyeni,
bağıntılı olmayanı simgeliyor. Benden dışarı atılanı ve de
ben olmayanı
temsil
ediyor. Abject benle ötekiyi birbirinden ayırıyor. Bir şey
olarak tanımadığım,
anımsayamadığım
birşey, ikircikli bir duruma atıfta bulunduğunu vurguluyor
Kristeva.(1982)
Bir noktada eşikte olma, sınırda olma halini temsil ediyor.
Bu
açıdan konvansiyonel
kimlik anlayışını tehdit eden, onu anlamın yitirildiği yere
çeken bir özellik
taşıyor.
Bir açıdan bu dünyaya da düzene ait olmayan bir olgu olarak
algılanabilinir.
Zira,
tam da bu özelliği ile, Kristeva abject kavramını ne özne ne de
obje olarak tanımlıyor.
Bu
ikisinin arasında olan bir şey olduğunu vurguluyor ve şu şekilde devam ediyor:
"Sütün
yüzeyindeki, o savunmasız, bir sigara kağıdı gibi ince, tırnak
kırpıntısı gibi önemsiz tabaka göze çarptığında, dudaklarla
temas ettiğinde, gırtlakta, daha aşağıda midede, karında, tüm
iç organlarda ortaya çıkan bir spazm bedeni kasar, göz yaşlarını
harekete geçirir, kalpte çarpıntıya yol açar . Bulantı, gözleri
karartan baş dönmesiyle beni sütün kaymağı karşısında iki
büklüm geriye iter ve beni ondan ayırır. Ben onun hakkında bir
şey bilmeyi reddederim. Ben onu özümsemem ben onu dışarı
atarım.kendimden tiksinirim. Kendimi tükürürüm." Abject
bir noktada tanıdık olanı ve aynı
zamanda yabancı olana atıfta bulunmaktadır. Kısacası abject,
radikal bir şekilde dışarı
atılan, kişiyi anlamın yitirildiği yere sürükleyen,
konvansiyonel kimlik yapısını, sistemi
ve de sınırları rahatsız eden unusur olarak, dolayısıyla özne
ve nesne arasındaki
farkın,
ya da özne ve öteki arasındaki ayrımın kaybolduğu, beni
ötekinden ayıramadığı bir
korkunun
edimselliği olarak tanımlanabilir.
Özenin "Öteki" ile kurulumuna dikkat çeken Butler, abject kavramının özne kurulumundaki gereksinimni, başka bir deyişle, makuliyet alanı içerisindeki gereksinimini şu şekilde açıklamaktadır: öznenin
kurulumunda ya da şekillenmesinde abject kavramı önemli bir
rol oynuyor.öznelerin, birer özne haline
gelmesinde,
normatif matriksin bir takım öznellikleri abject haline getirmesi
ve de
kimliklenme
ya da özne olarak şekillenmede abject olarak nitelendirilen
öznelerin ya da
kimliklerin
yadsınması, dışarlanması ile normatif bir cinsiyet kimliğinin
kurulabiliyor. Heteroseksüel
ve homoseksüel matriksin hem bir takım cinsiyetlendirilmiş
kimlikler yarattığını,
öngördüğünü hem de aynı zamanda bu alanın bir takım
kimliklerin de doğrulunu
kabul etmediğini ya da birer özne olarak tanımadığını
görebiliyoruz.
Söz konusu münhasır
alanın aynı noktada abject
olarak nitelendirelecek kimlikleri,
özneleri de yaratma
gereksinimi
içinde olduğunu yadsıyamayız.