Pateman'a göre
modern dünya, erkek kardeşlerin, Kralı ( Babayı) öldürmelerinden
sonra hükmü kendi aralarında paylaşmalarını sağlayan bir
sözleşme doğrultusunda kurulmuştur. Erkek kardeşler arası bir
sözleşme olarak nitelediği bu sosyal misak, kan bağı olmaksızın
toplumun erkeklerince doğal bir yaratım süreci olarak
benimsenmiştir. Ancak yine Pateman'a göre hikayenin bir tarafında
belirsiz olan bir husus vardır; sosyal anlaşma niteliğindeki bu
yapı, aslında, toplumu ataerkil ya da erkek egemen olarak inşaa
eden, erkek kardeşler arasında gerçekleşen bir sözleşmedir.
Bir zamanlar babanın egemenliği olan geleneksel ataerkil yapı;
aile, kadın , mülkiyet , yönetim ve buna bağlı olan belli başlı
dinamikler daha sonra erkek kardeşler arasında yapılan
sözleşmeyle modern halini alır. Artık kadının ve bu bahsi
geçen ögelerin kontrolü erkek kardeşlere geçmiştir. Ellerindeki
yeni güçle kadınlarını ve sosyal düzeni istedikleri gibi
kurgulayabilecek ve yönetebileceklerdir. Sivil dünyada kendi
hakimeytlerini kurabilecekleri bir alan meydena gelmiştir. Nitekim,
Pateman'ının da belirttiği gibi bu sözleşmede eksik kalan
hususlar ve iki yüzlü bir tavır bulunmaktadır. Bu yazıda Carol
Pateman'ın "Erkek Kardeşlerin Sözleşmesi" ( The
Fraternal Social Contract) adlı makalesinden yola çıkarak, batı
modernizminin temelinde bulanan
"özel
alan/kamusal alan" ikiliğinin, toplumsal cinsiyet, cinsiyet
farkı, milliyetçilik gibi bir takım kavramları nasıl
kurguladığını, bu ikiliğin doğallığının çıkmazını,
liberal teorisyenlerin iki yüzlülüğünü ve de bu sözde doğal
ve toplumsal cinsiyetine göre şekillenmiş yapıyı ve de bunun
çerçevesinde kurgulanan heteroseksist ilişkilenme biçimini
açıklamaya çalışıcağım.
Modern bir toplum
oluşturulurken akılcı bir anlayyışı benimseyen liberal
kuramcılar, aklı özgürlüğe giden en önemli araç olarak
gördüler( E.Kant). "Akıl ve Beden" ikiliği yaratılırken
kadın bu ikiliğin beden kısmını oluşturdu. Kadının doğurma
özelliğinden yola çıkarak tarihsel anlamda nesnelleşmiş bir
kadın olgusu yarattılar ve kadını kamusal alandan dışladılar.
Pateman'a göre bu liberal kuramcıların tutarsızlığını
göstermektedir.
Modernite ,
modern erkeği yaratırken, kadınları dışarda bıraktı. Bireyin
inşaası; erkek, beyaz, yönetici sınıfından ve batılıydı.1
Bir noktada kadının bedeni
kendine tuzak oldu. Kadınların kamusal alandan bir noktada
dışlanırken , başka açılardan da bu kamusal alan içerisine
yeniden çekildiler. Milliyetçilik ve militarizm gibi unsurlar göz
önüne alındığında kadınların aktif birer özneler olduğu
göze çarpmaktadır. Öncelikle kadınlar bu ulusun devamı için
önemli bir yerdedirler.
Çocuk
dünyaya getirme ve annelik kavramları, kadınların doğası olarak
algılanmaktadırlar. Topluma yeni bireyler bağışlayacaklardır.
Türk modernleşmesinde de , kadınlar geleneksel bireyler olarak
görülüp erkek himayesi altında modernleştirilmiştir.
"Kadının en büyük vazifesi analıktır! İlk terbiye
verilen verilen yerin ana kucağı olduğu düşünülürse, bu
vazifenin ehemmiyeti layıkiyle anlaşılır.
"Kadınlarımızın genel görev ve çalışmalarda paylarına düşen işlerden başka, en önemli, en hayırlı, en faziletli bir ödevleri de “iyi anne” olmalarıdır."
"Kadınlarımızın genel görev ve çalışmalarda paylarına düşen işlerden başka, en önemli, en hayırlı, en faziletli bir ödevleri de “iyi anne” olmalarıdır."
Mustafa
Kemal'e ait olan bu sözler gösteriyorki, türk modernleşmesinde de
kadının asli görevi annelik olarak nitelendirilmiştir. Vatana,
millete hayırlı evlatlar, gerektiğinde bu vatan için canını
feda edecek bireyler yetiştirecektir. Bu noktada Türk
modernleşmesinde de kadın kamusal alana sadece belirli vasıflarda
girebilmektedir. Pateman'a göre de kadının kamusal alana katılması
annelik rolü üzerinden kurgulanıyor. Anne olmak zaten kadının
doğal bir görevi olarak algılandığı için bunun nasıl
yapılacağı da yine erkeklerce düzenlenmiş bir unusr olarak
karşımıza çıkıyor. Görüldüğü gibi türk modernleşmesi de
cinsiyet farkına dayalı bir yapılanmayı savunarak, birey olarak
kadının öznelliğini değil, onu tarihsel bir genellik içerisinde
modernleşmeye tabi tutulacak birer nesneler olarak algılyor ve o
yönde yeniden , erkeklerin boyunduruğunda kurugulanıyor.
Kamusal
alan/özel alan ikiliğinin doğal olarak algılanması, toplumsal
cinsiyet kavramınını da derinden etkilemektedir. Bu ikiliğin
doğallaştırılmasındaki en önemli etkenlerden biri olarak
cinsiyet farkı karşımıza çıkmakta ve de heteroseksüellik bu
ikilik kavramı çerçevesinde normlaştırılmaktdır. Sivil toplum
sadece heteroseksüel bireyler tarafından oluşturmuş gibi
algılanma istikrarı içerisinde olunmuştur.
Nitekim o şekilde kurgulanmaktadır.
Bunun dışında kalan her türlü cinsel yönelim/tercih ve de sex
pratikleri sapkınlık adı altında ifşa edilmekte ve heteroseksüel
pratiğin karşısında, olunmaması gereken öteki olarak vukuğu
bulmaktadır. Erkek kendi vatandaşlığını kadının var oluşunun
itilmesi, özel olana hapsedilmesi üzerinden var ediyor. Bedensel
olarak görünür kılınan özel alanda, evlilik gibi tamamiyle
heteroseksist bir kurum içerisinde baskı altında tutuluyor. Söz
konusu cinsiyet farkı sürekli vurgulanmakta ya da daha doğrusu
dayatılmaktadır. Heteroseksüel evlilik, akrabalık ve
heteroseksüel ilişki pratikleri bu ikiliği tarihselleştiriyor.
Sanki tarih aşırı bir unsurmuş gibi önümüze sunulan bu durumu
bireyler kurgulanmış toplumsal cinsiyetlerince performe ediyorlar.
Oysa Savran "Antik Yunandaki Oikos/Polis ayrımına vurgu
yaparak buradaki ayrımın batı dünyasındaki kamusal alan / özel
alan ikiliğinden farklı bir işleyiş yapsısı olduğunu
belirtmektedir ve bu noktada söz konusu ikiliğin doğal ve tarih
aşırı bir kavram olmadığını belirtmektedir."
Bu
ikilikle birlikte kadınlık erkeklik rolleri kadar bu rollere dayalı
ilişkiler ve arzularda kurgulandı. Erkeğin doğal olarakk
arzuladığı cins kadın, kadının ise erkek olarak yansıtıldı.
Heteroseksüellik ideal model
olarak olarak, evlilik ve aile hayatı da her erkeğin arzulaması
gereken bir olgu olarak ortaya çıktı.2
Bununla
birlikte devletin tüm kurumları ve kavramları cinsiyet yüklü
politikalar çerçevesinde şekilllenmektedir. Kamusal alandaki
ilişkiler erkekler arası ilişkilenme biçimi şeklinde yaşanır.
Askerlik bunlardan birisidir. Kadın ve kadınsı olanın dışlandığı
, aşşağılandığı ve de hor görüldüğü erkekliğin yeridir.
Aynı zamanda askerlik iktidarın ikna odalarından en elzem
olanıdır. Nitekim Pateman'ın da belirtiği gibi kadınlar her
zaman kamusal alandan dışlanmamışlardır, belirli zamanlarda ve
belirli kavramlar çerçevesinde aynı zamanda bu durum kadınları
içermenin de hikayesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Kadınlar
doğurma ve annelik gibi özellikleri yüzünden politika ve
vatandaşlıktan ayrı tutulmuşlardır. Ancak kadınlar
milliyetçilik kavramı çerçevesinde aktif özneler olarak
kullanılmışlardır. Bu doğrultuda güdümlü birer belirleyiciler
, düzenin ve sistemin destekçileri olarak boy göstermişlerdir.
Bir
aile olgusu içerisinde kadını milliyetçilik bağlamında yeniden
içerleyebilir. Ulusu bir aile olarak kabul eden bazı modern ulus
devletler, ailenin temelinde var olduğunu düşünen kadını ulusu
yaratma, N. Yuval-Davis ve Floya anthias'ında belirtikleri gibi;
ulusal mücadelenin aktif özneleri, ulusal çeşitliliğin sembolik
göstergeleri gibi kavramlar çerçevesinde içerleyebiliyor. Kendi
öznelliği hadım edilmiş bu kadınlar, erkek egemen ideolojinin
belli başlı söylemlerini kendilerine biçilmiş öznellik olarak
algılayabilmektedir. Yine türk modernleşmesinden örneklersek;
Berktay'ın da altını çizdiği gibi "yurtaş anne" rolü
ile kadın
öznelliği bu alanda eriyor. Kamusal alanda kadın kendi var oluşunu
bir erkek özne ya da bu erkek özneye bağlı diğer eklemler
içerisinde kendini var edebiliyor ya da boyunduruğu altında .
Butler'nda belirttiği gibi;"
egemen heteroseksüel çerçevede kadın işlevi gördüğü ölçüde
kadındır."3
Bu
ikilik özellikle toplumsal cinsiyet alanında büyük ölçüde
sınırlamalara yol açıyor. Erkek ve kadın olmak biyolojik bir
unsur iken, kültürel bağlamda olan inşaa tamami ile göz ardı
edilmekte ve kadınlık erkeklik rolleri bağımında ilişkilenme
biçimleri bu algı ile toplumsal cinsiyete göre
şekillendirilmektedir. Kadın ve kadınsı olan pasifleştirilirken,
ekeksi olan hükmetme yetisine doğuştan sahipmiş gibi algılamakta.
Şiddet alanını görünmez kılmakta ve aynı zamanda
meşrulaştırmaktadır. Özel alanın politik olanın dışında
tutulması şiddeti aynı oranda meşrulaştırıp, sivil hayatın
her kısmına yayabilme yetisine de sahiptir. Bir noktada bu durum
şiddeditn normalleştirilmesinde de önemli ölçüde etkili
olmaktadır. Bu bağlamda erkek egemen ideoloji kendini fütürsuzca
dayatma imkanı ve toplumun her alanında, gerek özel gerekse
kamusal alanda, performe etme imkanı sağlayabilmektedir. Erkeksi
olana övgü, kadınsı olanı aşağılama ve kamusal alandan
olabildiğince ayırma ya da grünmez kılma kitlesel bir ayin gibi
şekillenmiş ve vücut bulmuştur.
Bu
söz konusu durum doğal bir hiyerarşiyi de beraberinde
getirmektedir. Erkeğin kadını penetre etme hali doğal bir güç
kullanma edimine dönüşmekte ve gündelik hayatta kendini farklı
şekillerde ancak, aynı amaç ve edim doğrultusunda kendini
göstermektedir. Örneğin feminen bir erkek kamusal alanda, erkek
kardeşlerin alanında ya da başka bir deyişle homososyal
ilişkilerin icra edildiği yerlerde kendine ait bir alan var
edemiyor. Tıpkı erkek köpeklerin kendi alanlarını belirlemesi
gibi, erkek bireylerde kamusal alanı, bu söz konusu misak ile
işaretliyor ve bedene bürünmüş hem cinslerini ve de zaten
dışlanmış olan kadını bu alanın içerisinde, daha öncede
bahsettiğimiz gibi belirli eklemler(miiliyetçilik, annelik, aile,
ulus) dışında, var olmasını engellemektedir.
Patemon ve bir çok
feminist kuramcı; Herkes eşitse bir noktada, neden bu eşitlik
sadece erkekler lehine işliyor sorusu ile çoğu zaman meşgul olup,
belirli açılardan liberal teoristyenlerin iki yüzlülüğünü de
vurgulamayı amaçlayarak, belli başlı sorular ekseninde
bu
durumun doğallığının bir noktada kültürel inşaayı hiçe
saydığını dile gietirmişlerdir. Bu noktada bu ikilik genel bir
kadınlık ve genel bir erkeklik olgusu yaratmaktadır. Bu genelleme
doğrultusunda toplumsal cinsiyetlerine göre ayrılmış erkek ve
kadınlar kendilerine biçilmiş rolleri performe etmektedirler.
Kadınlık ve erkeklik rolleri bir dizi paket program içerisinde
sunulmaktadır. Tabiki bu söz konusu paket program içerisinde
heteroseksüellik merkezde yer alır ve zorunlu bir yönelim/kimlik
olarak sunulur. Bu durum farklı bir toplumsal cinsiyet alanına ve
performe edilmesine de izin vermemektedir. Erkeklik ve kadınlık o
kadar doğal olgulardır ki , trans bireylerin görünümü muazzam
ölçüde bir karmaşa yaratır. Toplumsal cinsiyeti açısından
belirgin olmayan bireyler modernizmin kendi alanında başlı başına
bir sorundur ve belirsizliğin düzeltilmesi gerektiği yönünde
yaygın bir kanı bulunmaktadır. Söz konusu bireyler/kimlikler ya
da bedenler heteroseksist yapı içerisinde toplumsal cinsiyetlerine
göre yapılandırılmalıdırlar. Örneğin intersex
olarak
doğmuş bir birey, uzunca bir süredir batı doktirinlerinde
hastalık/normal olmayan olarak görülmektedir ve bir takım cerrahi
müdahaleler sonucunda aradaki belirsizlik ortadan kaldırılır.
Anlaşılacağı üzere, toplumsal cinsiyeti açısından arada
kalmışlık ya da belirsizlik bir sorun teşkil etmektedir ve
kamusal alanın her yerine bu korku yayılmıştır. Toplumsal
cinsiyet paniği olarak da adlandırabiliceğimiz bu durum, bireyler
de anksiyete meydana getirmektedir. Söz konusu
bireyler/bedenler/kimlikler yapıyı tehdit edici bir unsur olarak
algılanmaktadırlar. Bir açıdan "Gender
terrorist" algılanmaktadırlar.
Bu durum, tamamiyle modernizmin doğallaştırılmış kadınlık ve
erkeklik olgusu yüzünden büyük bir sorun haline getirilmiştir.
Avusturalya yakınlarındaki bir adada intersex
bireylerin
özel oldukları düşünülmekte, Hindistan'ın bir bölgesinde de
kutsal olarak nitelendirilmektedirler. Ayrıca eski Yunan
mitolojisinde bir tanrı(ça) olarak da figürlendiği bilinmekte.
Görüldüğü üzere bunun gibi örnekler bizi bu olgunun /
ikiliğin, doğal/tarih aşırı bir durum olmadığını ve
olmayacağını göstermektedir.
Sonuç olarak kavramın kendisi aslında belirgin bir şekilde yapay
bir düzlemin içerisinde icraa edilmektedir. İktidar alanı olarak
kullanılan ve iktadirın kendini her daim meşrulaştırdığı bir
doğallaştırma sistemi elbelteki kendi mefhumlarını yaratmıştır
ve yaratacaktır. Bu mefhumların kenidisi barizdir ki toplumsal
cinsiyet normları çerçevesinde şekillendirilmiştir. Cinsel
pratikler, miliyetçilik, militarizm ve de bütünüyle var olan
heteroseksist yapı bu ikilik çerçevesinde doğallaştırılmıştır.
Bir noktada birbirilerini besleyen, birbirlerinden beslenen birer
organizma haline gelmişlerdir. Cinsiyet farkı, toplumsal cinsiyeti
doğallaştırmış, cinsiyet farkının bu denli keskinleştirilmesi
görünmez/meşru bir şiddeti de beraberinde getirmiştir.
MacKinnon'ın da belirttiği gibi; "cinsiyetler
arası eşitsizlik kişinin niteliği olarak durağanlaştırıldığında
toplumsal cinsiyet biçimini alır; kişiler arasında bir ilişki
olarak hareket ederken ise cinsellik biçimini alır. Toplumsal
cinsiyet, erkekler ile kadınlar arasındaki eşitsizliğin
cinselleştirilmesinin katılaşmış halidir.4
KAYNAKÇA
Carole
Patmen, "The Fraternal Socail Contract," in The Disorder of
Women(polity Press, 1989),
Gülnur
Acar-Savran, Özel/Kamusal, Yerel/Evrensel: İkilikleri Aşan Bir
Feminizme Doğru
Anne
McClintock, "No Longer in a Future Heaven": Gender, Race
and Nationalism. (University of Minnesota Press, 1997)
Judith
Butler, "Cinsiyet Belası" çev: Başak Ertür (Metis,
2008)
Catharine
MacKinnon, "Feminism Unmodified: Discourses on Life and Law
(Cambridge; Harvard University Press, 1987, p. 6-7)
1Carole
Pateman, The Fraternal Socail Contract
2Carole
Pateman, The Fraternal Social Contract
3Judith
Butler, Gender Trouble
4Catharine
MacKinnon, Feminism Unmodified: Discourses on Life and Law
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder