22 Ağustos 2012 Çarşamba

Kültürel çıkmaz: (e)feminen, maskülen!



            Jack Halbestiem, female masculinity adlı çalışmasında, maskülenlik denen nosyonun ne olduğuna dair soruyu uzunca bir süre düşündüğünü söylemektedir. Kesin bir cevabım olduğunu iddia edemem der, ancak maskülenliğin neden sadece erkek bedenine indirilmemesi, indirileyemeceği, indirilmemeli oluşuna dair bir takım önerilerinin de bulunduğunu ifade eder(1998:1)
             Aynı şekilde kadınlık, feminenite denen nosyonun da, neden sadece dişi olarak cinsiyetlendirilmiş beden tarafından imlenmesi gerektiğini düşünüyoruz, sorusu akıllara gelebilir. Her iki mefhum da bedenlerin cinsiyetlendirilmiş hallerinin dışında birer nosyonlardır. Zaman zaman bir kültürel çıkmaz olarak karşımıza çıkan bu nosyonlar, tarihin belirli aşamalarında farklı şekillerlle kodlanmış, hatta kültürden kültüre, toplumlarca farklı algılanmışlardır. Yani, erkeklik ve de kadınlık nosyonları sosyolojik ve kültürel olarak bir inşaadır. Fiktif bir nosyondur. Belirli tanımlamalar içerisinde ki, bu tanımlamalar tarih aşırı, yani tarihin her döneminde aynı ya da sabit birer kavramlar değildir, bugün bir takım davranışları erillik halleri ile özdeşleştirdiğimiz tavırlar, tutumlar, mimikler yarın başka bir kültürel oluşum içerisinde tamamen bambaşka anlamlara gelebilir. Hatta belki de hiç bir anlama gelmeyebilir.
            Bu nosyonların birer inşaa olması demek, herhangi bir öz veya tözsel bir durumdan kaynaklanmıyor olmaları demektir. Başka bir şekilde ifade edecek olursak, maskülenlik ve feminenlik olarak belirlenen bir kaynağın olmaması anlamına geliyor. Bunun yanı sıra, bu mefhumlar, kişilerin anatomik bedenleri doğrultusunda, kültürel kodlar ekseninde şekillendiriliyor.
Örneğin, Maskülenlik, diğer erkeklik ve kadınlık halleri ile ilişkilenmesi ile okunabilir bir hale geliyor. Bu haller ile olan angajmanı ve öteki erkeklik durumlarına göre kendini konumlandırdığı yerlerde  maskülenlik daha algılanabilir oluyor. Normatif olanın dışında olduğu noktada maskülenliğin kendisi bir inşaa olgusu olarak daha fazla okunabilir bir hale geliyor. Bununla birlikte, aynı şekilde kadınlık da, dişil bedenin saflarından ayrıldığı zaman, yani feminen bir erkek bedeni, ya da kültürel olarak feminen diye nitelendirilmiş bir erkek bedenine rastladığımız noktada feminenliğin bir kültürel inşa olduğunu kavrayabiliriz. Ayrıca, Halbersteim'ın  söylediği gibi  , “maskülenliği tanımlama konusunda bazı zorluklar çekmemize rağmen, toplum olarak maskülenliği tanıma konusunda çok az sıkıntı yaşıyoruz" (1998:1) Yani, yine feminen bir erkeği, maskülen olmamaklığı üzerinden tanımlıyoruz, o noktada anatomik olarak eril bir bedene sahip olduğu düşünülen bir kişinin, feminenliği tam da “olması gerektiği” düşünülen maskülenliğinin noksan olduğu yerde algılnabilir oluyor. Bununla birlikte, Connell'e göre Erkekliğe dair bir çok genel nokta, aynı zamanda kitlesel düzeydeki kadınlık analizine de  uygulanabilir. Keza bu örüntüler de tarihseldir:İlişkiler değişir, yeni kadınlık biçimleri ortaya 
 çıkar, öbür biçimler kaybolur.” (1995:250)

.           Peki erkeklik ve de kadınlık mefhumları kültürel bir nosyon olarak nasıl kuruluyor, kültür içinde nasıl artikule ediliyorlar? Daha öncede belirttiğim gibi, bu nosyonlar bedenlerin dışında berlirli söylemler ve de pratikler ekseninde kültür içerisinde dolaşımda oluyorlar, ve de tabiki de, bugün erkeklik ya da kadınlık olarak algıladığımız bazı pratikler, tarihin belirli zamanlarında tam tersi olarak algılanabiliyorlar. Dolayısıyla bir takım pratiklere bakmak konuyu aydınlatmak açısından önemli olabilir diye düşünüyorum. Zira, bazı davranışları maskülen bazılarını ise feminen olarak nitelendirmekliğimiz, tam da bu pratikler ekseninde bir takım hallerin, bir tözü varmışcasına, erkeksi ya da kadınsı olarak vukuğu bulmalarından kaynaklanıyor.  Erkeklik denen mefhum, yukarda da bahsettiğim gibi, tam da diğer erkeklikler ve de esas olarak kadınlıkla olan ilişkileri üzerinden kurulmaktadır. Erkeklik kurulumu, kadınsı olanı dışlama, mesafe alma ve de kadınsı olandan uzaklaşma ya da bastırma gibi pratikler ekseninde kuruluyor diyebiliriz. Erkeklik, kadınlığa göre daha sabit bir kimlik yapısını ön görüyor. Yani, akışkan, daha kıvrak olarak düşünülen kadınlık mefhumunun bu algısını, erkeklik denen mefhum kurulurken dışarda bırakmaya gayret ediyor. Yani kendini kadınsı olanın muhtevası ile kirletmemeye çalışıyor. Bu edim ise, sürekli olarak kadınsı olanı kötüleme, deyim yerinde ise, tiksinç/abject olarak dışlama yolu ile gerçekleşiyor. Kristeva, tiksinç/abject kavramanın, öznenin kurulumunda önemli bir yeri olduğunu vurguluyor. Tiksinç/abject tam da öteki ile beni ayırıyor. Bedenden atılanı, mesafe alınanı, istenmeyeni belirtiyor.(1982:3) 
            Gilbert Hedert, Guardians of the Flutes çalışmasında, Papua Yeni Gine'deki bir kabilede uygulanan bir ritüelden bahsetmektedir. Bu rituelde erkekliğe adım atacak olan çocuklar, kabiledeki en yaşlı olan kişinin penisi yalar, başka bir deyişle oral seks yapar. Buradaki amaç meniyi yutmak ve de bedeni kadınlığın izlerinden arındırmaktır. Zira anne sütü ile beslenen erkek çocuğun, kadınlığın izlerini, sıvılarını taşıdığı inanılır. Dolayısyla, erkekliğe adım atacak çocuğun deyim yerindeyse ağzına boşalma eylemi, bedeni erkekliğin sıvısı ile yeniden doldurmaktır. Böylece beden kadınlığın kötü, kirli sıvılarından arındırılacaktır. Başka bir kabilede yapılan rituel ise, bedenin üzerinde kesikler oluşturacak şekildedir. Bu şekilde akan kan ile, erkek çocuk kirli kandan, kirli sıvılardan arınacaktır.(Hedert: 1981) Buradaki kir, anne sütü ile beslenen çocuğun taşıdığı kadınsal sıvı olarak algılanıyor.
              Mary Douglas'ın Purity and Danger adlı kitabında, kirin, kirliliğin düzen bozucu istenmeyen, ancak aynı noktada gerekli olan bir olgu olduğundan bahseder. “Hepimizin bildği gibi, kir aslen düzensizliğin ta kendisidir. Kirden arınmak negatif bir hareket olarak algılanmaz, tam tersi çervreyi düzene sokmak için pozitif bir çaba olarak algılanır.”(1966:2) Dolayısıyla kirlilik hem dışa atılması gereken bir olgu, hem de bu düzeni sağlamak için gerekli bir olgu olarak algılanabiliniyor. Abject gibi kir de ne olanı ve de olmayanı tanımlamaya yarayan bir sembol olarak kullanıldığını söyleyebiliriz. Abject gibi belirli kutuplar arasında ilişkisel bir öneme sahip. Feminen olanın, imleyenin erkek bedeni üzerinde bir “kir”gibi “durması”, ya da algılanması, bir “düzeni” bozuyor. Buradaki düzen ise, eril bir bedenin erkeklik kodları içerisinde düzene sokulması ya da hizaya getirilmesi. Ya da erilliğin kendi içinde hali hazırda bir düzeni olduğu düşünülmesi. Nitekim Hedert'in yaptığı etnografik araştırmada da görüldüğü üzere, çeşitli rituellerle, eril olarak adlandırılmış beden, kadınlığın kirli sıvılarından, istenmeyen imlerinden arındırılıyor, dışarı atılması sağlınıyor.
            Dolayısıyla  maskülenlik, kurulumunda, feminenliği dışa atıyor, maskülenliğin sınırları femineınliği yadsıyarak, bastırarak, öteki kılarak, diğer bir deyişle tiksinçleştirerek kuruyor. Bu tikninç kurulum, dille, bedensel hallerle daimi olarak artikule ediliyor. Tam da bu noktada, kültürel olarak feminen olmayan üzerinden tanımlanması da, maskülenliğin kurulumunda feminenliğe belirli bir mesafe alıyor olmasındandır. Yani, erillikle feminenliği ayıran nokta, tam da Kristeva'nın söylediği, gibi aslında ben olmayanı, dışkılanı belirten noktadır. Tam da bu süreçle, yani öteki olanı, tiksinç olanı benden ayırma süreci ile, öteki dışkı, kötü olana dönüşür. Böylece, eril bedene sahip olan “ben”, kadınsı olan her şeyi daimi bir kötüleme, “boklama” ile damgalarım. Dolayısyla bu damgalama üzerinden, uzakta tuttuğum, mesafe aldığım feminenlik “benim” maskülenliğimi kirletmemiş, ona beis getirmemiş olur. Feminenliğin kirli imleriyle eril bedenin düzenini bozmamış olur.
            Feminist akedemisyen Alcoff, maskülenlik ve feminenlik kurulumunda “Akıl ve Beden” ikiliği olgusuna da dikkati çekiyor. Söz konusu rollerin bahsi geçen ikilik içerisinde kurulmakta olduğunu vurguluyor. Erkeklik,akıl ile kadınlık ise beden ile, yani marked/damgalanmış olan ile kuruluyor. Modern düşüncede, erkeklik reason/akıl, kadınlık ise beden üzerinden belirtke sağlıyor diyebiliriz. Yani, reason ile bağdaştırılan bir takım durumlar,tutumlar, erkeklik denen nosyonun birer fıtratı, muhtevası gibi algılanabiliniyor. Dolayısıyla,bir takım normatif erilliklerin kurulumunda, failleri tarafından bu unsurlar da göz önünde bulunduruluyor diyebiliriz. Connel bu durumu şu şekilde açıklamaktadır:
            
           " bilim teknoloji gibi hususlar dominant ideoloji tarafından progresif faaliyetler olarak        
            görülmüş, ve de kültürel olarak erkeklik alanı içerisinde tanımlanmıştır. Hegomonik erkeklik,
            kendi hegomonyasını kısmen, aklın iktidarını kendinde cisimleştirerek kurmaktadır."
                                                                                                                     (1995:77)
           
Dolayısıyla normatif erillik beden/akıl dikotomisi içeirisnde, bedensiz bir aklı temsil ediyor. Feminenlik ise bu dikotomide beden olan kısmı temsil ediyor ve de erilliğe göre daha cinsiyetllendirilmiş bir şema üzerinden kuruluyor diyebiliriz. Başka bir şekilde söylemek gerekirse, maskülenlik kendini tam da Reseer'ın söylediği gibi, daha sessiz, unmarked/damgalanmamış bir söylem üzerinden kuruyor. Bu damgalama bir açıdan  akıl beden ayrımı üzerinden oluşturuluyor, Dolayısıyla erkeklik(ler), kültürel olarak kadınsı olanın işaretlenmesi üzerinden, kendi sessizliklerini, doğallıklarını kuruluyorlar diyebiliriz. Ancak tam da Barthe'ın söylediği gibi bu sessizlik, bu damgalanmamışlık, aslında kendi içerisinde bir çok şey söylüyor. (1967:67) 
Yani tam da bu sessizlik üzerinden, erkekliklerin nasıl kurulduğuna dair bir takım çıkarımlara varılabiliyor.
            Bunun yanı sıra Erkeklik, genel olarak homososyal ilişkilenmeler yoluyla ve de taklit yolu ile de kuruluyor. Homososyal ilişkilenme biçimi eril bedenleri birbirleri ile, erkeklikleri üzerinden ilişkilenmeye itiyor. Futbol, askerlik vs., gibi çeşitli pratikler hem erilliğin kültürel olarak kodlanışı açısından, hem de kurulumu açısından önemli oluyor. Bu tür homososyal pratikler içerisinde, erkek olarak cinsiyetlendirilmiş bedenler, taklit ve de dışlama yolu ile kendi erkekliklerini kuruyorlar. Bu ilişkilenme biçimlerinde, taklit çevresel faktörler içerisinde yer alıyor. Bu noktada, kültür içerisinde dolaşıma sokulmuş olan erillik kodlarını taklit eden bireyler, çeşitli edimler ekseninde erilliği bedenselleştiriyor, dilselleştiriyor ve de görselleştiriyorlar.  Ancak bu homososyal ilişkilenme, homofominin yüklediği anksiyeteyle belirli bir erotizmden yoksun bırakılıyor, ya da kırılıyor. Başka bir deyişle, erkekler arası ilişkilenmeyi ön gören toplumsal cinsiyet sistemi, tam da bu ilişkilenme içerisinde, kişiyi erillikten kaçıracak, erilliğini kirletecek, olan durumlardan kaçınıyorlar. Bu noktada homofobi işlevsel oluyor. Daimi noktada kaygan olan maskülenlik olgusu, kendi zeminini homosoyol ilişkilenme bağlamında, homofik söylem ekseninde sabitlemeye çalışıyor. (Bu bahsettiğim normatif/hegemonik erillik çin geçerli oluyor diyebiliriz. Zira, diğer erkeklikler, örneğin queer erkeklikler, bu  varysayımın dışında kalabilirler. İlerdeki bölümde bu durum daha fazla açılacaktır.) Yani eril olarak cinsiyetlendirilmiş beden, toplumsal olarak tanımlanan bir takım erkeklikleri bedeninde cisimleştirirken, bir taraftan da taklitin yapısı gereği, başka erkeklikler ile arzu ilişkisi içerisinde bulunuyor. Ancak bu arzu ilişkisi tam da homofobinin kültürel olarak kurulmuşluğundaki, erilliği köreltme anksiyetisi içerisinde başka bir alana kaydırılıyor:Reseer'ın da vurguladığı gibi Futbol, savaş, potika,  gibi eril bedenlerin sadece belirli şiddet aktarımları içerisinde varolmalarını ön görüyor.(2010:56) 
            Bununla birlikte, normatif erkekliğin kurulmasında homo/hetero ayrımı oldukça önemli bir yerde duruyor, bu ayrım her daim normatif erkekliği, erkekliğin ne olmadığını tanımlamada kullanılıyor. Bu açıdan, heterosekseül erkeklikler, konvansiyonel olarak kurulmuş ve de feminize edilmiş erkeklik hallerini de dışarlayarak kuruluyorlar.  Tam da bu damagalama üzerinden neyin eril olmadığı ya da neyin erkekliği kirlettiği gibi hususlar, erkeklik denen mefhumun kurulmasında yardımcı oluyor. Belirli hareketler, tavırlar, mimikler, haller maskülen ya da feminen olarak kodlanıyor, bu kodlama zaman içerisinde bir takım ilişkisel süreç içerisinde erkeklik ve de kadınlık denen halleri yaratıyor. Dolayısıyla, bu edimsel süreç ekseninde kadınlık ve de erkeklik idrak edilebilinir hale geliyor. Başka bir deyişle, Connell'in de söylediği gibi erkek bedenim bana erkekliği vermez; toplumsal tanımım olarak erkekliği alır.(1995:121) Bunun yanı sıra, kadın bedenim de bana kadınlığı vermez, tıpkı Conell'in dediği gibi toplumsal olarak tanımlanan kadınlığı alır. Bu noktada her iki rollünde birbiri ile ilişkisi, farklı erkeklik ve de kadınlık Halleri ile ilişkileri, durumun nasıl da toplumsal bir inşa olduğuna dikkati çekebilir. Yani, erkeklik kurulumu tekil bir düzlemde gerçekleşmemektedir, her zaman bir takım ilişkiler içerisinde kurulmaktadır. Feminen erkekler, kadınlar, eşcinsel erkeklikler ve de normatif olmayan erillikler ile olan ilişkileri içerisinde algılanabilinir olyor. Conell'in de vurguladığı gibi, erkeklik denen unsur standart bir erillik hali yaratmaz, bunun yerine maskülen olan ve de olmayan cinsiyetlerdirmeler üzerinden kendini gerçekleştirir. A.e, s.75  Bu noktada, kadınlık ve de erkeklik denen olgular hiçbir zaman bitmiş, sabit birer olgular değildir, tam da bahsi geçen bu ilişkilenmeler etrafında sürekli olarak bir kuruluma, bir konumlanmaya ihitiyaçları vardır. Neyin ne kadar feminen ya da maskülen olduğu, veyahut olmadığı gibi hususlar ekseninde sürekli olarak bir kurulum içerisindedir. Bu inşa sürekli olarak kültür ve toplum içerisinde artikule edilir. Segal erkekliğin kurulumunda rol oynayan etkenlerden bahsederken, diğer cinsiyetlerle ilişkilenmesinin yanı sıra, tanımlanmasındaki ilişkisel öğelere de dikkat çekerek açıklamak gerektiğini savurnur.(2008:78) Yani, erkekliğin kültürdeki temsil edildiği ifadeler ve de tanımlamarın da, erillik kurulumunda etkisi olduğunu söylemektedir. Tam da, tamamlanmamış bir olgu olarak erkeklik dile getirilen çeşitli anlamlarla kendi kurulumunu yeniden ve yeniden üretmektedir. “Erkek adam ağlamaz, erkek adam kıvırtmaz, gerçek erkek böcekten korkmaz” gibi tanımlamalarla, Segal'ın vurguladığı gibi kendi içerisindeki belirtke ilişkileri ile kendini yeniden kuruyor diyebiliriz. Aynı şekilde kadınlık kodları için de benzer  artikülasyonlar geçerli olabilir. Bu noktada, erkekliğin ve de kadınlığın söylemsel birer üretim olduklarının da altını çizmek önemli olacaktır. Kültür içerisinde dolaşıma sokulan bir takım  rollerin anatomik olarak cinsiyetlendirilmiş bedenler üzerinde söylemsel etkileri olduğunu dile getirebiliriz. Donald E.Hall, Foucault'nun söylem teorisini örnekleyerek bu tür kimliklerin söylemsel olarak kurulmasını şu şekilde açıklıyor:
            "Foucault'nun vurguladığı gibi birey olma durumu belirli söylemsel kategorileri,
             bu kategorilerin yansıttığı bir takım etkileri ve de öğrenilmiş yargıları  içselleştirme
            yolu ile oluşturulmaktadır. Bizlerse, bir takım sözde olması gereken davranışlar ekseninde                             
              birbirini disipline eden failler olarak,işlev görürüz."   (2003,s.65)

Yani erkekliğin ve kadınlığın nasıl olmasına ya da nasıl olmamasına dair söylemler, bu rollerin nasıl icra edilmesine dair olan bilgiyi vermektedir. Bu noktada, tam da bu üretilen bilgiler üzerinden bir takım erkeklikler ve de kadınlıklar kurulmakta, ve de failleri bunları verili birer nosyon olarak algılamaktadırlar. Başka bir deyişle çeşitli kadınlık ve erkeklik söylemlerinin bilgiler olarak dolaşıma sokulması ve de, tam da Connell'in söylediği gibi “erkek bedenim bana erkekliği vermez, ancak toplumsal olarak tanımlanmış erkekliği alır” (1995:121) bağlamında düşündüğümüzde, bu söylemler biyolojik olarak cinsiyetlendirilmiş bireyler tarafından içselleştiriliyor diyebiliriz.
            Cinsiyetleri biyolojinin kendisininde ayırdığımızda, tam da bu kimlik kategorilerinin kendi başlarına daha geçişken ve de sabit olmayan, katı olmayan birer kategoriler olduklarını görebiliriz. Yani, kadın bedenin erkekliği imlediği, erkek bedenin de kadınlığı imlediği ya da her ikisini birden imleyebildiğini göz önünde bulundurmak gerekiyor. Bu noktada, Butler'ın da dediği gibi daha uçuşkan, yüzebilen, yani yapışık olmayan cinsiyet kategorileri ile karşılaşabiliriz.(1990) Nitekim, bahsi geçen kayganlık zaten bu sistemin tam da farkettiği bir olgu olduğu için, sürekli olarak olabildiğince zıt karşıtlıklar üzerinden bir kurulum gerçekleştirmektedir. Yani, bu kategorilerin sabit birer nosyonlar olarak algılanabilmesi için cinsiyetlendirilmiş kimlikler arası geçişkenliği minimum düzeyde tutmaktadır. Bu da her kültür içinde dolaşıma sokulmuş olan toplumsal/cinsiyet kimlikleri arasındaki maksimum mesafe ile oluşuturuluyor denebilir. Yani kimliğin sınırları, ikilik içerisindeki aldığı mesafeye dayanıyor. Bu mesafe ise aradaki geçişkenliği olabildiğince minumum, hatta bazen hiç denecek kadar az bir duruma indirgiyor.
            Kadınlık ve de erkeklik denen mefhumların birer roller ya da kimlikler olarak herhangi bir özü olmadığını, ya da herhangi bir bedenin esası olmadığını varsayıyorsak eğer, bu noktada ne gibi bir algı bizi bu kimliklerin birer tözü olduğunu varsaydırıyor?