20 Mayıs 2012 Pazar

Untitled.



Pateman'a göre modern dünya, erkek kardeşlerin, Kralı ( Babayı) öldürmelerinden sonra hükmü kendi aralarında paylaşmalarını sağlayan bir sözleşme doğrultusunda kurulmuştur. Erkek kardeşler arası bir sözleşme olarak nitelediği bu sosyal misak, kan bağı olmaksızın toplumun erkeklerince doğal bir yaratım süreci olarak benimsenmiştir. Ancak yine Pateman'a göre hikayenin bir tarafında belirsiz olan bir husus vardır; sosyal anlaşma niteliğindeki bu yapı, aslında, toplumu ataerkil ya da erkek egemen olarak inşaa eden, erkek kardeşler arasında gerçekleşen bir sözleşmedir. Bir zamanlar babanın egemenliği olan geleneksel ataerkil yapı; aile, kadın , mülkiyet , yönetim ve buna bağlı olan belli başlı dinamikler daha sonra erkek kardeşler arasında yapılan sözleşmeyle modern halini alır. Artık kadının ve bu bahsi geçen ögelerin kontrolü erkek kardeşlere geçmiştir. Ellerindeki yeni güçle kadınlarını ve sosyal düzeni istedikleri gibi kurgulayabilecek ve yönetebileceklerdir. Sivil dünyada kendi hakimeytlerini kurabilecekleri bir alan meydena gelmiştir. Nitekim, Pateman'ının da belirttiği gibi bu sözleşmede eksik kalan hususlar ve iki yüzlü bir tavır bulunmaktadır. Bu yazıda Carol Pateman'ın "Erkek Kardeşlerin Sözleşmesi" ( The Fraternal Social Contract) adlı makalesinden yola çıkarak, batı modernizminin temelinde bulanan
"özel alan/kamusal alan" ikiliğinin, toplumsal cinsiyet, cinsiyet farkı, milliyetçilik gibi bir takım kavramları nasıl kurguladığını, bu ikiliğin doğallığının çıkmazını, liberal teorisyenlerin iki yüzlülüğünü ve de bu sözde doğal ve toplumsal cinsiyetine göre şekillenmiş yapıyı ve de bunun çerçevesinde kurgulanan heteroseksist ilişkilenme biçimini açıklamaya çalışıcağım.


Modern bir toplum oluşturulurken akılcı bir anlayyışı benimseyen liberal kuramcılar, aklı özgürlüğe giden en önemli araç olarak gördüler( E.Kant). "Akıl ve Beden" ikiliği yaratılırken kadın bu ikiliğin beden kısmını oluşturdu. Kadının doğurma özelliğinden yola çıkarak tarihsel anlamda nesnelleşmiş bir kadın olgusu yarattılar ve kadını kamusal alandan dışladılar. Pateman'a göre bu liberal kuramcıların tutarsızlığını göstermektedir.
Modernite , modern erkeği yaratırken, kadınları dışarda bıraktı. Bireyin inşaası; erkek, beyaz, yönetici sınıfından ve batılıydı.1 Bir noktada kadının bedeni kendine tuzak oldu. Kadınların kamusal alandan bir noktada dışlanırken , başka açılardan da bu kamusal alan içerisine yeniden çekildiler. Milliyetçilik ve militarizm gibi unsurlar göz önüne alındığında kadınların aktif birer özneler olduğu göze çarpmaktadır. Öncelikle kadınlar bu ulusun devamı için önemli bir yerdedirler.
Çocuk dünyaya getirme ve annelik kavramları, kadınların doğası olarak algılanmaktadırlar. Topluma yeni bireyler bağışlayacaklardır. Türk modernleşmesinde de , kadınlar geleneksel bireyler olarak görülüp erkek himayesi altında modernleştirilmiştir.
"Kadının en büyük vazifesi analıktır! İlk terbiye verilen verilen yerin ana kucağı olduğu düşünülürse, bu vazifenin ehemmiyeti layıkiyle anlaşılır.
"Kadınlarımızın genel görev ve çalışmalarda paylarına düşen işlerden başka, en önemli, en hayırlı, en faziletli bir ödevleri de “iyi anne” olmalarıdır."
Mustafa Kemal'e ait olan bu sözler gösteriyorki, türk modernleşmesinde de kadının asli görevi annelik olarak nitelendirilmiştir. Vatana, millete hayırlı evlatlar, gerektiğinde bu vatan için canını feda edecek bireyler yetiştirecektir. Bu noktada Türk modernleşmesinde de kadın kamusal alana sadece belirli vasıflarda girebilmektedir. Pateman'a göre de kadının kamusal alana katılması annelik rolü üzerinden kurgulanıyor. Anne olmak zaten kadının doğal bir görevi olarak algılandığı için bunun nasıl yapılacağı da yine erkeklerce düzenlenmiş bir unusr olarak karşımıza çıkıyor. Görüldüğü gibi türk modernleşmesi de cinsiyet farkına dayalı bir yapılanmayı savunarak, birey olarak kadının öznelliğini değil, onu tarihsel bir genellik içerisinde modernleşmeye tabi tutulacak birer nesneler olarak algılyor ve o yönde yeniden , erkeklerin boyunduruğunda kurugulanıyor.
Kamusal alan/özel alan ikiliğinin doğal olarak algılanması, toplumsal cinsiyet kavramınını da derinden etkilemektedir. Bu ikiliğin doğallaştırılmasındaki en önemli etkenlerden biri olarak cinsiyet farkı karşımıza çıkmakta ve de heteroseksüellik bu ikilik kavramı çerçevesinde normlaştırılmaktdır. Sivil toplum sadece heteroseksüel bireyler tarafından oluşturmuş gibi algılanma istikrarı içerisinde olunmuştur.
Nitekim o şekilde kurgulanmaktadır. Bunun dışında kalan her türlü cinsel yönelim/tercih ve de sex pratikleri sapkınlık adı altında ifşa edilmekte ve heteroseksüel pratiğin karşısında, olunmaması gereken öteki olarak vukuğu bulmaktadır. Erkek kendi vatandaşlığını kadının var oluşunun itilmesi, özel olana hapsedilmesi üzerinden var ediyor. Bedensel olarak görünür kılınan özel alanda, evlilik gibi tamamiyle heteroseksist bir kurum içerisinde baskı altında tutuluyor. Söz konusu cinsiyet farkı sürekli vurgulanmakta ya da daha doğrusu dayatılmaktadır. Heteroseksüel evlilik, akrabalık ve heteroseksüel ilişki pratikleri bu ikiliği tarihselleştiriyor. Sanki tarih aşırı bir unsurmuş gibi önümüze sunulan bu durumu bireyler kurgulanmış toplumsal cinsiyetlerince performe ediyorlar. Oysa Savran "Antik Yunandaki Oikos/Polis ayrımına vurgu yaparak buradaki ayrımın batı dünyasındaki kamusal alan / özel alan ikiliğinden farklı bir işleyiş yapsısı olduğunu belirtmektedir ve bu noktada söz konusu ikiliğin doğal ve tarih aşırı bir kavram olmadığını belirtmektedir."
Bu ikilikle birlikte kadınlık erkeklik rolleri kadar bu rollere dayalı ilişkiler ve arzularda kurgulandı. Erkeğin doğal olarakk arzuladığı cins kadın, kadının ise erkek olarak yansıtıldı. Heteroseksüellik ideal model olarak olarak, evlilik ve aile hayatı da her erkeğin arzulaması gereken bir olgu olarak ortaya çıktı.2
Bununla birlikte devletin tüm kurumları ve kavramları cinsiyet yüklü politikalar çerçevesinde şekilllenmektedir. Kamusal alandaki ilişkiler erkekler arası ilişkilenme biçimi şeklinde yaşanır. Askerlik bunlardan birisidir. Kadın ve kadınsı olanın dışlandığı , aşşağılandığı ve de hor görüldüğü erkekliğin yeridir. Aynı zamanda askerlik iktidarın ikna odalarından en elzem olanıdır. Nitekim Pateman'ın da belirtiği gibi kadınlar her zaman kamusal alandan dışlanmamışlardır, belirli zamanlarda ve belirli kavramlar çerçevesinde aynı zamanda bu durum kadınları içermenin de hikayesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Kadınlar doğurma ve annelik gibi özellikleri yüzünden politika ve vatandaşlıktan ayrı tutulmuşlardır. Ancak kadınlar milliyetçilik kavramı çerçevesinde aktif özneler olarak kullanılmışlardır. Bu doğrultuda güdümlü birer belirleyiciler , düzenin ve sistemin destekçileri olarak boy göstermişlerdir.

Bir aile olgusu içerisinde kadını milliyetçilik bağlamında yeniden içerleyebilir. Ulusu bir aile olarak kabul eden bazı modern ulus devletler, ailenin temelinde var olduğunu düşünen kadını ulusu yaratma, N. Yuval-Davis ve Floya anthias'ında belirtikleri gibi; ulusal mücadelenin aktif özneleri, ulusal çeşitliliğin sembolik göstergeleri gibi kavramlar çerçevesinde içerleyebiliyor. Kendi öznelliği hadım edilmiş bu kadınlar, erkek egemen ideolojinin belli başlı söylemlerini kendilerine biçilmiş öznellik olarak algılayabilmektedir. Yine türk modernleşmesinden örneklersek; Berktay'ın da altını çizdiği gibi "yurtaş anne" rolü ile kadın öznelliği bu alanda eriyor. Kamusal alanda kadın kendi var oluşunu bir erkek özne ya da bu erkek özneye bağlı diğer eklemler içerisinde kendini var edebiliyor ya da boyunduruğu altında . Butler'nda belirttiği gibi;" egemen heteroseksüel çerçevede kadın işlevi gördüğü ölçüde kadındır."3
Bu ikilik özellikle toplumsal cinsiyet alanında büyük ölçüde sınırlamalara yol açıyor. Erkek ve kadın olmak biyolojik bir unsur iken, kültürel bağlamda olan inşaa tamami ile göz ardı edilmekte ve kadınlık erkeklik rolleri bağımında ilişkilenme biçimleri bu algı ile toplumsal cinsiyete göre şekillendirilmektedir. Kadın ve kadınsı olan pasifleştirilirken, ekeksi olan hükmetme yetisine doğuştan sahipmiş gibi algılamakta. Şiddet alanını görünmez kılmakta ve aynı zamanda meşrulaştırmaktadır. Özel alanın politik olanın dışında tutulması şiddeti aynı oranda meşrulaştırıp, sivil hayatın her kısmına yayabilme yetisine de sahiptir. Bir noktada bu durum şiddeditn normalleştirilmesinde de önemli ölçüde etkili olmaktadır. Bu bağlamda erkek egemen ideoloji kendini fütürsuzca dayatma imkanı ve toplumun her alanında, gerek özel gerekse kamusal alanda, performe etme imkanı sağlayabilmektedir. Erkeksi olana övgü, kadınsı olanı aşağılama ve kamusal alandan olabildiğince ayırma ya da grünmez kılma kitlesel bir ayin gibi şekillenmiş ve vücut bulmuştur.
Bu söz konusu durum doğal bir hiyerarşiyi de beraberinde getirmektedir. Erkeğin kadını penetre etme hali doğal bir güç kullanma edimine dönüşmekte ve gündelik hayatta kendini farklı şekillerde ancak, aynı amaç ve edim doğrultusunda kendini göstermektedir. Örneğin feminen bir erkek kamusal alanda, erkek kardeşlerin alanında ya da başka bir deyişle homososyal ilişkilerin icra edildiği yerlerde kendine ait bir alan var edemiyor. Tıpkı erkek köpeklerin kendi alanlarını belirlemesi gibi, erkek bireylerde kamusal alanı, bu söz konusu misak ile işaretliyor ve bedene bürünmüş hem cinslerini ve de zaten dışlanmış olan kadını bu alanın içerisinde, daha öncede bahsettiğimiz gibi belirli eklemler(miiliyetçilik, annelik, aile, ulus) dışında, var olmasını engellemektedir.
Patemon ve bir çok feminist kuramcı; Herkes eşitse bir noktada, neden bu eşitlik sadece erkekler lehine işliyor sorusu ile çoğu zaman meşgul olup, belirli açılardan liberal teoristyenlerin iki yüzlülüğünü de vurgulamayı amaçlayarak, belli başlı sorular ekseninde
bu durumun doğallığının bir noktada kültürel inşaayı hiçe saydığını dile gietirmişlerdir. Bu noktada bu ikilik genel bir kadınlık ve genel bir erkeklik olgusu yaratmaktadır. Bu genelleme doğrultusunda toplumsal cinsiyetlerine göre ayrılmış erkek ve kadınlar kendilerine biçilmiş rolleri performe etmektedirler. Kadınlık ve erkeklik rolleri bir dizi paket program içerisinde sunulmaktadır. Tabiki bu söz konusu paket program içerisinde heteroseksüellik merkezde yer alır ve zorunlu bir yönelim/kimlik olarak sunulur. Bu durum farklı bir toplumsal cinsiyet alanına ve performe edilmesine de izin vermemektedir. Erkeklik ve kadınlık o kadar doğal olgulardır ki , trans bireylerin görünümü muazzam ölçüde bir karmaşa yaratır. Toplumsal cinsiyeti açısından belirgin olmayan bireyler modernizmin kendi alanında başlı başına bir sorundur ve belirsizliğin düzeltilmesi gerektiği yönünde yaygın bir kanı bulunmaktadır. Söz konusu bireyler/kimlikler ya da bedenler heteroseksist yapı içerisinde toplumsal cinsiyetlerine göre yapılandırılmalıdırlar. Örneğin intersex olarak doğmuş bir birey, uzunca bir süredir batı doktirinlerinde hastalık/normal olmayan olarak görülmektedir ve bir takım cerrahi müdahaleler sonucunda aradaki belirsizlik ortadan kaldırılır. Anlaşılacağı üzere, toplumsal cinsiyeti açısından arada kalmışlık ya da belirsizlik bir sorun teşkil etmektedir ve kamusal alanın her yerine bu korku yayılmıştır. Toplumsal cinsiyet paniği olarak da adlandırabiliceğimiz bu durum, bireyler de anksiyete meydana getirmektedir. Söz konusu bireyler/bedenler/kimlikler yapıyı tehdit edici bir unsur olarak algılanmaktadırlar. Bir açıdan "Gender terrorist" algılanmaktadırlar. Bu durum, tamamiyle modernizmin doğallaştırılmış kadınlık ve erkeklik olgusu yüzünden büyük bir sorun haline getirilmiştir. Avusturalya yakınlarındaki bir adada intersex bireylerin özel oldukları düşünülmekte, Hindistan'ın bir bölgesinde de kutsal olarak nitelendirilmektedirler. Ayrıca eski Yunan mitolojisinde bir tanrı(ça) olarak da figürlendiği bilinmekte. Görüldüğü üzere bunun gibi örnekler bizi bu olgunun / ikiliğin, doğal/tarih aşırı bir durum olmadığını ve olmayacağını göstermektedir.
Sonuç olarak kavramın kendisi aslında belirgin bir şekilde yapay bir düzlemin içerisinde icraa edilmektedir. İktidar alanı olarak kullanılan ve iktadirın kendini her daim meşrulaştırdığı bir doğallaştırma sistemi elbelteki kendi mefhumlarını yaratmıştır ve yaratacaktır. Bu mefhumların kenidisi barizdir ki toplumsal cinsiyet normları çerçevesinde şekillendirilmiştir. Cinsel pratikler, miliyetçilik, militarizm ve de bütünüyle var olan heteroseksist yapı bu ikilik çerçevesinde doğallaştırılmıştır. Bir noktada birbirilerini besleyen, birbirlerinden beslenen birer organizma haline gelmişlerdir. Cinsiyet farkı, toplumsal cinsiyeti doğallaştırmış, cinsiyet farkının bu denli keskinleştirilmesi görünmez/meşru bir şiddeti de beraberinde getirmiştir. MacKinnon'ın da belirttiği gibi; "cinsiyetler arası eşitsizlik kişinin niteliği olarak durağanlaştırıldığında toplumsal cinsiyet biçimini alır; kişiler arasında bir ilişki olarak hareket ederken ise cinsellik biçimini alır. Toplumsal cinsiyet, erkekler ile kadınlar arasındaki eşitsizliğin cinselleştirilmesinin katılaşmış halidir.4





KAYNAKÇA
Carole Patmen, "The Fraternal Socail Contract," in The Disorder of Women(polity Press, 1989),
Gülnur Acar-Savran, Özel/Kamusal, Yerel/Evrensel: İkilikleri Aşan Bir Feminizme Doğru
Anne McClintock, "No Longer in a Future Heaven": Gender, Race and Nationalism. (University of Minnesota Press, 1997)
Judith Butler, "Cinsiyet Belası" çev: Başak Ertür (Metis, 2008)
Catharine MacKinnon, "Feminism Unmodified: Discourses on Life and Law (Cambridge; Harvard University Press, 1987, p. 6-7)
1Carole Pateman, The Fraternal Socail Contract
2Carole Pateman, The Fraternal Social Contract
3Judith Butler, Gender Trouble
4Catharine MacKinnon, Feminism Unmodified: Discourses on Life and Law

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder