24 Eylül 2012 Pazartesi

Gündelik Parodi: Kimliğin Performatif Halleri




            Toplumsal cinsiyet kimliği denen olgu  kültürel ve de toplumsal bir üretim, bir süreç, hatta bir sistem olduğunun göz ardı edilmemesi gerektiğini ve her fırsatta tekrar edilmesini, hatta yeri geldikçe altının çizilmesi gerektiğini düşünüyorum. Bu olguların süreklilik kazanması ve de doğal birer nosyonlar gibi algılanmasındaki etken,  beden denen mefhumun üzerine kodlanma süreci içerisinde vukuğu buluyor diyebiliriz. Yani bir bedeni maskülen ya da feminen yapan kategori, aslında bedenin bu sistem içerisinde  tiyatral bir olgu haline getirilmesinden dolayı vukuğu buluyor. Toplumsal/cinsiyet kimlikleri, daha önceki bölümlerde de bahsettiğim üzere, herhangi bir öz, esas ya da kişinin gerçekliğinden ziyade, Butler'ın da vurgululadığı gibi “iktidar/bilgi ilişkilerinin ürünleri olan fiktif birer üretim kategorileri” olarak algılanıyor.(2008.s.6) Bu kategorilerin fiktif olmaklığı kendilerini üreten iktidar ve bilgi sistemleri içerisinde vukuğu bulmalarından kaynaklanıyor. Yani, daha öncede vurguladığım gibi, herhangi bir iktidar, söylem, kültür ve toplum öncesi kategoriler olmalarından ziyade, tarihin belirli zaman dilimlerinde, bir takım üretim mekanizmaları ekseninde ortaya konulan birer hususlar olarak algılanıyorlar. Tekrar fiktif olmaları hususuna dönersek, buradaki “fiktif” kavramı, tam da bu hallerin, kategorilerin birer performatif edim olmarından kaynaklanıyor. Performativite denen unsur ise, bedenin imlemeleri üzerinden vukuğu buluyor. Yani, belirli kodların beden üzerindeki bir takım oluşturucu, kurgulayıcı üretiminden kaynaklanıyor denilebilir.
 Butler'ın da dediği gibi,
“edimler, bedensel hareketler ve arzu bir iç nüve veya töz etkisi üretir, ama bunu bedenin yüzeyinde, kimliğin düzenleyici ilkesine işaret etse de onu asla açıktan göstermeyen imleyici yoklukların vasıtasıyla üretir.” s.224

yani tam da bu noktada, bu kimliklerin birer öz gibi algılanması, bedenin üzerine imlenen edimler sayesinde oluyor. Bununla birlikte, bu üretim- yani bedenin üzerine imleme edimi-Butler'ın vurguladığı gibi kendi hareketini gizliyor. Bu gizleme süreci ile, bu kimliklerin birer iç yapısı olduğunu, ve de bu iç yapıda, bir özden kaynakladığı yanılsamasını veriyor. Butler, bu yanılsamanın performatif bir edim olduğunu söylüyor, ve devam ediyor:
Bu tür edim, bedensel hareket ve icralar genellikle performatiftirler, yani dışa vuruyormuş          gibi yaptıkları öz veya kimlik aslında bedensel işaretler ve diğer söylemsel yollarla üretilen ve sürdürülen üretimlerdir. Toplumsal cinsiyetli bedenin performatif olması demek, gerçekliğini teşkil eden çeşitli edimlerden ayrı bir ontolojik statüsü olmaması demektir. s.224

yani aslında toplumsal/cinsiyet kimliği denen mefhum,  Butler'ın vurguladığı gibi, belirli işaretler, haller ve de edimler olarak karşımıza çıkıyor. Başka bir deyişle, ayrı bir ontolojik statüsü olmaması demek, bu cinsiyet hallerinin herhangi bir biyolojik bedenden kaynaklanmıyor olması demek oluyor. Bir açıdan, bu performatif olma hali tam da söz konusu cinsiyetlendirilmiş kategorileri, bedenlerin üzerindeki imlemeler ve çeşitli söylemlerle üretiyor.  Konuyu biraz daha aydınlatma amacıyla, Butler'ın da performativite konusunu açıklarken kullandığı drag olgusuna dikkat çekmek gerekiyor. Butler, toplumsal cinsiyet unsurunun performatif olmaklığını, drag üzerinden açıklamaktadır. “Drag”ın kadınlık ve de erkeklik hallerini tiyatral bir performans içerisinde sunuyor oluşu, bu kategorilerin aslında, erkek bedenine ya da kadın bedenine ait birer olgular olmadığını, ancak bu kategorilerin farklı bedenlerde, imlenebildiklerine dikkat çeker. Yani toplumsal cinsiyet ve cinsiyet denen olguların, kültürel kurulmuşlukları içerisinde bu hallerin her hangi bir öz, ya da ana kaynağından ziyade, bedenlerin üzerindeki çeşitli imlemeri üzerinden algılamaya çalışır. Başka bir deyişle, feminenlik sadece erkek bedenine has bir durum değildir, ya da maskülenlik, biyolojik olarak cinsiyetlendirilmiş olan eril bedene özgü bir olgu değildir. Bu olgular, tam da kültür içerisinde dolaşıma sokulmuş birer kodlar olarak, eril ya da dişil olarak çağrılan bedenleri ya da cinsiyetlendirilmiş bedenleri, çeşitli söylemler ve de edimlerle şekillendiriyorlar. 
           
Butler'a göre “Drag,  toplumsal cinsiyeti taklit ederek, toplumsal cinsiyetin taklide dayalı yapısını ve olumsallığını örtük olarak açığa çıkarır.”(2008:226) Yani, kültür içerisinde dolaşımda olan ya da toplumun bireyleri tarafından bir şekilde kanıksanmış erkeklik ve kadınlık hallerini, bedeninde parodik bir şekilde performe eder. Bu noktada, toplumsal cinsiyet hallerinin, kimliklerinin kendisinin aslında taklide dayalı bir fiktif kurgu olduğu varsayımına çıkarır bizi. Buradaki varsayım, toplumsal cinsiyet denen mefhumun taklide dayalı olmasından kaynaklanıyor. Maskülenlik ve feminenlik halleri figür olarak, taklide dayalı edimler vasıtasıyla imleniyor. Peki bu taklide dayalı edimler nasıl performatif bir hal alıyorlar? Butler performativite teorisinde, toplumsal/cinsiyet kimliği denen mefhumun performatif olma hususunu, tekrar sayesinde kazanıldığını vurguluyor. Yani, bu edimler, performanslar bir süreç içerisinde, daha doğrusu  tekrar eden bir süreç içerisinde performatif bir hal alıyorlar. Kimliğin bir özü varmışcasına, bu bedensel haller,  sürekli bir taklit içerisinde vukuğu buluyor. Bunun en önemli nedeni,  bu söz konusu kimlik kategorilerinin kaygan bir zeminde olması, yani kimliğin aslında (toplumsal/cinsiyet kimliklerinin) sabit ve kalıcı olmamasından kaynaklanıyor. Butler'ın da vurguladığı gibi, “söz konusu tekrar, hali hazırda toplumsal olarak tesis edilmiş bir dizi anlamın aynı anda hem yeniden icrası bedenler tarafından taklit ve de tekrar yolları ile yeniden ve yeniden üretilmesi, icra ediliyor olması.
Ancak, bu kodların icra edilmesinde, herhangi bir iç nüve ya da bir öz gibi hususlar değil, ondan ziyade bu eylem tam da kültürel olarak belirlenmiş bir kamusal eylem olarak karşımıza çıkıyor. Bu noktada,  aslında bir süreklilik içerisinde olan zorunlu tekrar, toplumsal cinsiyet denen kimliğin kendisini değişmez bir kategori olarak sunuyor. Tekarar tortuya neden oluyor, Butler'ın dediği gibi, toplumsal cinsiyet normlarının torulaşması sonucu, “doğal cinsiyet” ya da “gerçek kadın”(s.229) gibi önermeler ortaya çıkar. Oysa herhangi bir iç nüveye sahip olmayan bu kimlikler, bu tekrarlar sayesinde tortulaşan, yani maddeleşen bedenler üzerinden gerçek erkek, gerçek kadın ya da doğal cinsiyet gibi bir takım söylemler içerisine giriyorlar.
            Ancak bu kodların performatif olmaklığı, öznenin bilinçli bir şekilde edim olarak performe ettiği anlamına gelmiyor. Aslında tortulaşmış toplumsal/cinsiyet mefhumu bu öznelerin kendilerini yaratıyor. Başka bir deyişle, biyolojik olarak cinsiyetlendirilmiş bedenler, erillik ya da kadınlık olarak kodlanan bir dizi eylemlere, mimiklere, hareketlere yöneliyor. Bu yönelme, bedenlerin bu kodlar etrafında, içinde ya da ekseninde maddeleştirilmesini, yani somut cinsiyetlendirilmiş bedenler halini almasını sağlıyor. Başka bir deyişle, tam da Sullivian'ın vurduladığı gibi,
            performativite öznelerin yaptığı bir şey değildir, ancak öznenin içinde kurulduğu bir       
            süreçtir, ve de söz konusu  toplumsal cinsiyet gönüllü olunarak üzerine giyilen ya da        
            çıkarılan bir edim de değildir.” (2003,s.91)
           
Yani, cinsiyetlendirilmiş özneyi oluşturan husus bir noktada edimlerin zaman içindeki stilize tekrarı oluyor.(Butler,2008) Bu stilize tekrar, bir süre sonra, birbirleri ile ilinti bir dizi edim içerisinde performatif bir hal alıyor. Böylelikle, erillik, kültürel olarak erkekliğe aftedilmiş olan edimlere, futbol oynamak, dövüşmek, hatta bazen yere tükürmek, katı olmak gibi bir dizi tekarar eden beden stillerine dayanıyor, ya da  heteroseksüelite belirli icralarla bir cinsel kimlik olarak cisimleştiriliyor. Tam da bu tekrar eden ardışık, birbiri ile ilintili edimler, toplumsal cinsiyet kimliği denen kategorinin kendisini oluşturuyor, zira, stabil, sabit olmayan, herhangi bir iç nüveye sahip olmayan bu kategoriler, bu edimler etrafında bir esas ve öz varmış ilizyonunu yaratıyor.  Reseer, “erkekliği hergün performe eden şahıs, bizi ve kendini sürekli olarak erilliğin doğal ve gerekli olduğuna ikna etmeye çalıştığını” söylüyor. ( 2010,s.83) Bu performatif yapı, kimliklerin devamlılığını sağlıyor. Bir zaman sonra, bu tekrar bir ritüele dönüşüyor ve de failleri, bu edimlerin performatifliğinin farkına varamıyor. Sullivian'ın da dediği gibi, toplumsal cinsiyet denen mefhum özneler tarafından yapılan bilinçli bir tekrar, bir performativiteye dayanmıyor.
             Kısacası herhangi bir öz aramaktansa, bu kodların, bu hallerin geçişken, akışkan yapılarının nasıl da herhangi bir beden üzerinde de imlenebileceğini varsayabiliriz. Dolayısıyla bu kodların kendisi katı bir toplumsal cinsiyet yaratırken, aynı noktada söz konusu kodlar, bahsi geçen toplumsal/cinsiyet kategorilerini de alaşağı edebilirler. Tıpkı drag performansında olduğu gibi. Söz konusu performansın parodik yapısı bize, performansın kendisini üreten bir takım edimlerin dışında, herhangi bir ontolojisinin bulunmadığını gösteriyor. 
Tam da Butler'ın da vurguladığı gibi,
            “toplumsal cinsiyet nitelikleri ve edimleri, bir bedenin kültürel imlemini gösterme
            veya üretme biçimleri performatifse, bir edimin veya niteliğin ölçüsü olabilecek, önceden
            var olan bir kimlik yok demektir.” A.e., s.230

 Bütün bu performatif haller sadece bedenlerin envai çeşit ten stilerini oluşturmaktadır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder